UYGUN Parti Genel Lideri Meral Akşener, partisinin küme toplantısında konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 14 Mayıs’ta seçim kararına ait “Cumhurbaşkanı Erdoğan neden artık seçimlere bu kadar az bir müddet kala erken seçim kararı aldılar biliyor musunuz? Zira, gençlerden korkuyorlar. Zira gençlerin onları sandığa gömeceklerini çok güzel biliyorlar” diyen Akşener, DÜZGÜN Parti Gençlik Siyasetleri olarak bir seferberlik başlattıklarını açıklayarak “Hangi siyasi kanıdan olduğunun, hangi partiye oy vereceğini sormadan, sorgulamadan ikametgâhlarının bulunduğu kentlere fiyatsız olarak götürülmelerini, oy kullandıktan sonra da geri getirilmelerini, GÜZEL Parti olarak, biz sağlayacağız” diye konuştu.
Akşener’in konuşmasından satırbaşları şöyle:
“Geçtiğimiz günlerde, İsveç’teki büyükelçiliğimizin önünde yaşanan ahlaksız hadiseye ait birkaç noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle kutsal kitabımız, Kuran-ı Kerim’i yakmaya çalışarak, kıymetlerimize saldıran bu vandallık, bu barbarlık, bu düşmanlık; dünyanın hiçbir yerinde, fikir hürriyeti olarak, pazarlanamaz. Bu; düpedüz bir nefret suçudur! İsveç hükûmetinin, ‘insan hakları’ kisvesiyle, bu duruma, yol vermesi ise; asla ve asla, kabul edilemez bir acizliktir. Bu acizliği, bir kere daha, şiddetle kınıyorum.
ERDOĞAN ‘SEÇİM MATERYALİ ÇIKTI’ DİYE SEVİNİYOR: Biz, YETERLİ Parti olarak bu iki yüzlülüğü, reddediyoruz! İnsan haklarının şiddete, terörizme, ırkçılığa ve nefret kabahatine, paravan edilmesini, reddediyoruz. 21’inci yüzyılda, ortaçağ zihniyetini yansıtan, bu ahlaksızlığı dünyanın, neresinde olursa olsun, reddediyoruz. Yalnız, sorunun, kıymetli bir yanı daha var: Türkiye’de, çabucak her kesim, siyasetin, her renk ve kanısı misal bir formda bu hareketi reddediyor. Bu hususta, ülkemizdeki tüm toplumsal bölümler yekvücut olarak reaksiyon gösteriyor. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten, bir iktidar bu türlü önemli bir hususta yalnızca tenkitle, göstermelik reaksiyonlarla yetinemez. Siyaset üstü gördüğümüz, bu tip hususlarda; iktidarın, yapması gereken ‘dostlar alışverişte görsün’ anlayışının ötesine geçmektir. Devleti yönetenler, bu sorumlulukla ve yetki sahibi olmanın ciddiyetiyle hareket etmek, zorundadır. Yani, temel amaç bu tip hareketlerin tekrarlanmasını önlemek olmalıdır. Fakat maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşları, bu stil bahislerde, çoklukla; “Oh ne güzel! Seçim için gereç çıktı…” diye sevinmeyi tercih ediyorlar. İç siyaset için, siyasi rant devşirmeyi tercih ediyorlar. Bol bol gürültü çıkartmayı fakat iş icraata gelince arazi olmayı tercih ediyorlar.
AİHM’E DAVA AÇACAĞIZ: Artık çok açık formda anlıyoruz ki, iktidar bu hususta, kalıcı ve somut adımlar atmaya, katiyetle niyetli değil. O halde biz, ÂLÂ Parti olarak, bir adım atıyoruz. Üstelik bu adım İsveç Savunma Bakan’ının ülkemize gelişini ertelemekten yahut yandaş kanallarda, mizansenler yazmaktan çok daha, sonuç odaklı bir adım. Az evvel de söyledim, bu aşağılık aksiyon, fikir özgürlüğü olarak pazarlanamaz. Gerçekten bunu yalnızca biz değil, İsveç’in de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Mukavelesi de söylüyor. Mukavele kapsamında bu biçimde korunan bir özgürlük yok. Yani, İsveç hükûmeti, bu aksiyonu engellememekle ve üstüne üstlük, yapılmasına müsaade etmekle Avrupa İnsan Hakları Kontratı yükümlüklerini de ihlal etmiş bulunuyor. Dolasıyla, bu tablo karşısında biz de İsveç’te, DÜZGÜN Parti gönüllülerimizden bir kümesi, hareket geçirdik. Cuma günü, Stokholm’deki bir lokal mahkemede failler hakkında, kabahat duyurusunda bulunacağız. Bu nefret cürmünün gerçekleşmesine yol verdiği için İsveç hükûmetini, yargıya şikâyet edeceğiz. Ve en son olarak, bu davayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili unsurları kapsamında açacağız.
HANİ DİCLE’NİN KENARINDA, KURDUN KAPTIĞI KOYUN BİLE, SENİN MESULİYETİN ALTINDAYDI?: 30 Aralık Cuma günü Ankara’nın göbeğinde, gencecik bir akademisyenimize, Dava Ocakları eski Genel Lideri, Sinan Ateş’e karşı, aşağılık bir suikast düzenlendi. Daha evvel de, bu kürsüden lisana getirdiğim üzere birinci günden beri, yakından takip ettiğim, bu elim olaya Ateş ailesinin, talebi üzerine, siyaseti bulaştırmak istemedim. Güvenlik güçlerimizin olayın aydınlatılması için ellerinden geleni, yapacağına inandım. Bengisu ve Banu Çiçek kızlarımızın göz yaşlarının yüzüsuyu hürmetine, devletin devletliğini, yargının da sorumluluğunun gereğini yapmasını bekledim. Fakat, suikastin üzerinden geçen, 26 günün akabinde görüyorum ki bu olay, artık aileyi aşmış ve devlet idaresinde ciddiyetin, ne derece kaybolduğu bir sefer daha, gözler önüne serilmiştir. Ülkemizde, can güvenliğinin, hukukun ve adaletin ne kadar tahrip edildiği bir defa daha karşımıza çıkmıştır. Devletin, dört bir yanını saran mafyalar, simsarlar, tefeciler, uyuşturucu kaçakçıları gün üzere ortalığa saçılmıştır. Düşünebiliyor musunuz? Aşağılık suikastin üzerinde, birçok soru işareti varken toplum vicdanı, atılan her şaibeli adımla, yara alırken; milletimiz, devletini, topyekûn misyona çağırırken; adım atan, tek bir makam bile yok. Yazıklar olsun, Sayın Erdoğan! O hâlde, ben de sana soruyorum: Senin, yönettiğini sav ettiğin, lakin aşikâr ki yönetemediğin, bu devletin içinde, neler dönüyor? Söyler misin; Bu nasıl bir ciddiyetsizliktir? Bu nasıl bir idare boşluğudur? Bu nasıl bir lakaytlıktır? Hani Dicle’nin kenarında, kurdun kaptığı koyun bile, senin mesuliyetin altındaydı?… Madem o denli mesuliyet senin.
SEN BOSTAN KORKULUĞU MUSUN SAYIN ERDOĞAN?: Sayın Erdoğan, Dicle’nin kenarında değil, başşehrin göbeğinde, aşağılık bir suikastle, bir vatan evladına kıydılar. Üstelik bunu, herkesin gözü önünde yaptılar. Ve artık de, devletin gücünü kullanarak, gerçek failleri, örtbas etmeye çalışıyorlar! Her vakit olduğu üzere, yeniden savcılar değişiyor. Her vakit olduğu üzere, yargı tekrar bir sopa olarak kullanılıyor. Her vakit olduğu üzere, yeniden bir katil dışarıda geziyor. Sen, bostan korkuluğu musun Sayın Erdoğan? Kendine gel. Bu nasıl bir yargı sürecidir? Bu nasıl bir hukuk devletidir? Bu nasıl bir devlet idaresidir? Biliyorum, sen, kerim devlet anlayışımızdan, nasibini alamadın. Görüyorum, milletimizden de koptun gittin. Lakin artık, maneviyatını da mı unuttun, Sayın Erdoğan? Vicdanını da mı unuttun? Ahireti de mi unuttun?
BU ÜLKENİN TEK HAKİMİ SENSİN SAYIN ERDOĞAN: Bengisu’ya, Banu Çiçek’e Ayşe Ateş’e borcun var sayın Erdoğan. Seçmeninin yıllardır sana oy verip seni ayakta tutan seçmeninin yeğeninin katilini bulmak devlet lideri olarak vazifenin sayın Erdoğan. Bu vazifesini yerine getireceksin Erdoğan. Ben oburunu bilmem Sayın Erdoğan, 2018’de yapılan seçimler sonrasında bu ülkenin tek hakimi sensin Sayın Erdoğan, kanun da hukuk da adalet de sensin. Onun için diyorum ki sen bostan korkuluğu musun? Vazifesini yerine getir Erdoğan. Artık bizim, bu rezalete susacağımızı, çevrilmek istenen dümenleri kabulleneceğimizi, Sinan Başkan’ı unutacağımızı zannediyorsan, çok yanılıyorsun. Susmayacağız, kabullenmeyeceğiz, unutmayacağız. Gerçekler ortaya çıkana kadar, bu olayın peşinde olacağız! Bunu da bu türlü bilesin.
ENFLASYON KONUSUNDA SERİ KATİLE DÖNDÜLER: Hâlâ daha Nebati Bakan, çıkıp ‘Kasım’da enflasyonun, boynunu kırdık. Aralık’ta, belini kırdık. Artık devamı gelecek. Bundan sonra, enflasyonla gayrette, en rahat alandayız’ diyor… Yolunu kırdık, bacağını kırdık, artık neyini kıracaklar neresi kaldı? Enflasyon konusunda seri katile döndüler. Palavranın bini bir para hem, enflasyonla çabadan, kelam ediyor; hem de Türk Lirası’nı, kıymetli hale getirirseniz; sanayi yavaşlar, işsizlik olur. Türk Lirası’nı bedelsiz hâle getirirseniz ise bunun tam zıddı olur’ diyor. Bu türlü bir saçmalık olabilir mi? Bu türlü bir cahillik, bu türlü bir iş bilmezlik olabilir mi? Hem enflasyonla çabayı hem de Türk Lirası’nı kıymetsiz hâle getirmeyi, tıpkı anda hedefleyemezsiniz. Birinden birini, öncelemeniz gerekir. Şayet ki, Türk Lirası’nın, bedelsiz olmasını savunuyorsanız; ‘Yaşasın enflasyon!’ demeniz gerekir ki aslında siz, düpedüz bunu savunuyorsunuz. En azından dürüst olun. Haydi, açık açık söyleyin. Haydi gidin ‘Yaşasın enflasyon!’ yazan, enflasyon canavarlı tişörtler bastırın. ‘Yaşasın yoksulluk!’ yazan, billboardlar yaptırın. ‘Kahrolsun zenginlik, yaşasın fakirlik!’ yazan broşürler yaptırın. Dürüstçe çıkın ve deyin ki; ’20 yılın sonunda, bizim, Türkiye iktisadı için, bulduğumuz tahlil budur: Biz, milletimize, zenginliği çok görüyoruz ve ‘yaşasın enflasyon’ diyoruz’ deyin de, kurtulun. İtiraf edin de, rahatlayın. Milletimize de, daha fazla şahsen kendinizin azdırdığı, ‘enflasyonla uğraş ediyoruz’ palavrasını söylemeyin. Ayıptır günahtır.
VALLAHİ GÖZLERİNİZDEKİ IŞILTIYA HİÇ ALDANMAZ CÜRMÜ ÜZERİNİZE ATAR: Bu vesileyle, sizlerin aracılığıyla, Nebati Bakan’ı şimdiden uyarıyorum: Fazla ve büyük konuşmayın, Sayın Bakan. Rahata da fazla alışmayın. Hatta, işvereninize da, fazla güvenmeyin. Asla unutmayın, ekonomimizdeki tahribat konusunda, Bay Kriz’in, birinci hata ortağı, siz değilsiniz. Beceriksizlikte dünya önderi olmak, kolay değil. Tek başına, bu türlü büyük bir başarısızlığa imza atmak, hiç kolay değil. Emin olun, Bay Kriz, sizler olmadan, bunu başaramazdı. Fakat malum, artık yolun sonu geldi. Sandık, artık ufukta göründü. Millete hesap verme gününe, artık çok az kaldı. Şimdiden, valizinizi toplamaya, masanızı boşaltmaya başlarsanız, düzgün edersiniz. Zira milletin, Bay Kriz’e, sandıkta çıkartacağı fatura karşısında, ihaleyi üzerine yıkacak, biri lazım olacak. Vallahi gözlerinizdeki ışıltıya hiç aldanmaz. O ihaleyi anında size yıkar, affetmez. Vallahi gözlerinizdeki ışıltıya hiç aldanmaz hatası üzerinize atar. Işıltı mışıltı hak getire olur gidersin gümbürtüye. Bir bakarsınız, Instagram’dan paylaşmak üzere, duygusal bir metin kaleme alıyorsunuz. Benden söylemesi…
ARTIK BİZ VARIZ, HAZIRIZ: AK Parti iktidarının, 20’nci ve son yılında açık ve net olarak ortada duran, bir gerçek var. Bu gerçek artık, malımıza, canımıza, tabiatımıza sahip çıkamadıkları gerçeğidir. Bu gerçek; artık ülkemizi yönetemedikleri gerçeğidir. Bu gerçek; AK Parti’nin artık, devletimizin sırtında, kambur; milletimizin ayağında, diken; ülkemizin de, önünde mahzur olduğu gerçeğidir. Pekala bu tablo karşısında, Türkiye tahlilsiz mü? Elbette değil. Türkiye çaresiz mi? Elbette değil. Devletimiz sahipsiz mi? Elbette değil. Milletimiz kimsesiz mi? Elbette değil. Artık biz varız. Artık UYGUN Parti var. Biz buradayız. Milletimizin sıkıntılarına, getirdiğimiz tahlillerimizle, biz hazırız. Ülkemizi, hak ettiği lige taşıyacak, projelerimizle, biz hazırız. Güçlü, güçlü ve memnun bir Türkiye vizyonumuzla, biz hazırız. Bu büyük vizyonu, hayata geçirecek, liyakatli takımlarımızla, biz hazırız. Atatürk’ümüzden aldığımız, ilhamla; Cumhuriyet değerlerimizden aldığımız, feyzle; ,milletimizin, kutlu iradesinden aldığımız, güçle; biz hazırız.
NEDEN ERKEN SEÇİM KARARI ALDI BİLİYOR MUSUNUZ?: Yalnız aşikâr ki Sayın Erdoğan da, durumun farkında yüzden, bu kadar korkuyor. O yüzden, uykuları kaçıyor. O yüzden, bileğinin hakkıyla alamayacağı seçimi; küçük hesaplarla, küçük çakallıklarla, zihni hudut dümenlerle ve kendince sempatik kurnazlıklarla alabileceğini zannediyor. Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, seçim tarihini, 14 Mayıs olarak açıkladı. Yani, yeniden bir erken seçim yaşayacağız. Her ne kadar kendisi; ‘Erken seçim demeseeek…’, ‘seçimi öne almak deseeek…’, ‘seçim tarihini, güncellemek deseeek…’ diyerek, epey gülünç bir biçimde, lafı çevirmeye çalışsa da; bu, bariz halde, bir erken seçimdir! Pekala, bugüne kadar biz ne vakit ‘bir an evvel, seçim kararı açıklayın’ desek, ‘seçim vaktinde olacaktır’ diye bize nutuk atanlar neden artık seçimlere bu kadar az bir mühlet kala erken seçim kararı aldılar biliyor musunuz? Zira, gençlerden korkuyorlar. Zira gençlerin oy kullanmasından korkuyorlar! Zira gençlerin onları sandığa gömeceklerini çok âlâ biliyorlar! Okulların açık olduğu bir vakitte hatta imtihanların olduğu bir periyodunda seçim yapmak demek; gençlere, ‘oy kullanmayın’ demektir. Bu kadar kolay.
İktidar, şunu çok yeterli biliyor ki öğrencilerimizin birçoğunun, ikametgahı, okuluyla birebir kentte değil. Yani seçim için, memleketlerine dönmek zorundalar. Üstelik, birçok öğrencimizin de, oy kullanmak için, memleketlerine gidip, geri dönecek, durumu yok. Ne aileleri, ne de kendileri, otobüs biletini bile, karşılayacak güce sahip değil. Sevgili gençler, kimse merak etmesin. Artık biz varız. Biliyorsunuz, ÂLÂ Parti olarak bizim için bu tip tezgâhları bozmak, özel bir ilgi alanı. Kurulduğumuz günden beri hamdolsun uzmanı olduk. Ve her vakit olduğu üzere, evelallah, bu tezgahı da bozacağız. Gençleri, görmezden gelerek, susturarak, yok sayarak plan yapanların planlarının tamamını boşa çıkartacağız. Cumhuriyetimizin temel sahibi gençlerimizin en kutsal haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmasına asla müsaade etmeyeceğiz! İşte bu nedenle, GÜZEL Parti Gençlik Siyasetleri olarak bir seferberlik başlatıyoruz. İster kent içinde, ister kent dışında otursunlar, fark etmeksizin gençlerimizin bulundukları kentlerde oy kullanabilmeleri için atmaları gereken adımlara yapmaları gereken müracaatlara dair onları tek tek bilgilendireceğiz. Gerekirse, kapı kapı dolaşacak her bir gencimizin oyunu kullanması için tüm gücümüzle çalışacağız. Şayet ki, müracaat gününü, kaçıranlar olursa da hangi siyasi kanıdan olduğunun, hangi partiye oy vereceğini sormadan, sorgulamadan ikametgâhlarının bulunduğu kentlere fiyatsız olarak götürülmelerini, oy kullandıktan sonra da geri getirilmelerini, DÜZGÜN Parti olarak, biz sağlayacağız.” (HABER MERKEZİ)
